5 Şubat 2008 Salı

Cillo Usta

Sessizlik yaşamın, ruhu sağır eden gürültüyü saklamak için kullandığı bir numaradır.

ANILAR KİTABI - 5. BÖLÜM 1. ANLATI

Cillo Usta’nın bazı şımarık öğrenciler için geliştirdiği bir yöntem vardı. Onları hapse girecek azılı suçluluların vücuduna sokardı, küçük bir adliye gezisiyle ve beş yıl kadar da orada tutardı olgunlaşmaları için. Öğrencinin içine geçen katil de holdingte getir götür işlerinde çalışırdı ve bu iki taraf açısından da müthiş bir öğretiydi...

Hebburi Aydınlanma Bilmecesi 102

Şu an yağmur yağdığını mı sanıyorsun? O zaman hava kurudur.
Aç olduğunu mu düşünüyorsun? O zaman toksun.
Güldüğünden emin misin? Hayır. Sadece ağzın geriliyor ve yüzün buruşuyor...

Antoine De La Bouche

Bir hayvanı eğitmek bir insanı adam etmekten çok daha kolaydır. İnsanın en eğitimlisi bile düşünmekle zaman kaybetmeyen bir hayvandan çok daha geridedir.

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ – 6. KİTAP 4. BÖLÜM

Ahmat El Kabar holdingin koridorlarında, elleri belinde kavuşmuş ıslık çalarak dolaşırken karşısına şak diye şirketin genç müdürü Kenan Işıl çıktı. Ustanın methini duyan ama o güne kadar bir türlü konuşma fırsatı bulamayan adam yerlere kadar eğildi hemen ve doğrulduğunda “Aman efendim, merhaba, nasılsınız, işler nasıl gidiyor?” diye sordu taramalı tüfek gibi.
Fakat El Kabar bir elini kaldırıp susturdu onu. Sonra da arkasında hayretler içinde ve mal gibi bakarken bırakıp yürüdü gitti.
Ertesi gün odasında çalışırken üç kişi içeri girip Kenan beyi karga tulumba aşağı, esrime mahzenlerine indirdiler. Ve az buz değil, tam üç yıl kaldı orada Büyük Usta El Kabar’ın direktifiyle. Bu adamın iyice bir düşünüp kendilerinin orada asla ama asla iş yapmadığını öğrenmesini istiyordu.
Ve beklediği gibi de oldu.
Bir daha kesseler de, öldürseler de işlerle ilgili bir soru sormadı Kenan Işıl. Ne ustasına ne başka birisine...

ANILAR KİTABI - 8. BÖLÜM 3. ANLATI

Şamsa, ayaklarına kara sular inse de ustasıyla birlikte gezmeye çıktıkları için oldukça mutluydu doğrusu. Yürümüşler yürümüşler Sarıyer’den taa Eminönü’ne gelmişlerdi sonunda. Birisini özlediğini söyleyip duruyordu ustası ve o da bu muhteşem adamı bir hayli merak etmeye başlamıştı doğrusu. Kimbilir nasıl bir kişiliği vardı ustasında böylesi bir özlem yaratabildiğine göre. O, kafasında ideal bir tip kurgulayıp dururken yürüyüşleri sonlanıverdi. Şimdi bir midye tezgahının önünde duruyorlardı ve midyeci birden inanılmaz bir sevinçle üstüne atıldı El Kabar’ın. Birbirlerine sarıldılar yıllardır görüşmeyen kardeşler gibi. Ve ayrıldılar sonunda Şamsa’yı hayretler içinde bırakarak. Bu adam, basit bir işle uğraşmanın yanında, hem oldukça kaba hem de inanılmaz çirkindi. Daha çok insana dönüştürülmeye çalışılan bir ayıyı andırıyordu. Orada gırtlaktan gelen iğrenç sesiyle fısır fısır konuşurken ve ikide bir koca eliyle ustasının bacağına şaplağı yapıştırırken, aslında bambaşka bir kişiliğe sahip olduğunu gösteren en ufak bir şey sezdiremedi Şamsa’ya. Arada koca, kahverengi dişlerini ortaya sererek midye ikram edip dursa da.
Ziyareti bitirerek kalkıp geri dönüş yoluna düzüldüklerinde dayanamadı Şamsa ve sordu ustasına özür diler bir tonda.
“Ustam, lütfen söyle bana, kim bu adam? Onu niçin bu kadar önemsiyorsun?”
İşte böyle öğrendi Kabaram denen adamın nasıl türediğini: O El Kabar’ın rüya somutlaştırma çalışmaları sırasında yanlışlıkla aklından kaçırdığı bir alt benlik karakteriydi ve bunu bir doğum olarak kabul eden Hebburi Tarikatı her ne kadar ilkel ve tehlikeli de olsa Kabaram’ı korumaya almış, ona Eminönü’nde bir tezgah açmıştı. Civarda esnaf olarak çalışan müridler de kol kanat germişlerdi El Kabar’ın bu gayrımeşru çocuğuna.
Şimdi anlamıştı Şamsa, ustasının bu adamı koşulsuz, niye bu kadar sevdiğini. İçinden de kendisine söz verdi Eminönü’ne her gidişinde Kabaram’dan midye alacağına dair ve karmakarışık duygularını bir nebze olsun yatıştırmayı başardı...

ANILAR KİTABI 5. BÖLÜM 8. ANLATI

Bir gün derste birden zıvanadan çıktı Ahmat El Kabar. Nedense olmadık bir şekilde sinirlenmiş, kendisine pek de uymayan bir biçimde ağıza alınmadık küfürleri ardı ardına saydırmaya başlamıştı. Neden ise, bir öğrencinin, ettiği lafı anlamamasıydı hepi topu. Böylece on beş dakika kadar sonra, köpürmesi bitmiş, yüzü tekrar eski soğukkanlılığına bürünmüştü ki birden kapı ardına kadar açıldı.
O tarafa dönen öğrenciler donlarına kaçıracak gibi olup sıraların altına attılar kendilerini. Çoğu inleyip ağlamaya başlamıştı bir anda.
Kapıda beliren etleri iyice dökülmüş, pörtlek çürük gözleri kemiğin içinde incecik bağlarla yuvalarında duran bir zombiydi. Hiç beklemedi orada. Kesik kesik hareketlerle; elleri vücuduna yapışık, başı yerde uslu uslu bekleyen El Kabar’a doğru yürüdü ve sadece kemiği kalmış eliyle çaat diye bir tokat geçirdi suratına.
Dudakları buruştu El Kabar’ın. Ağlayacak gibi oldu. “Özür dilerim ustam, bir daha olmayacak,” dedi küçük bir çocuk gibi.
Ve yürüyüp mezarına döndü, gereksiz densizliklere hiç dayanamayan Stam Sor.
Bu sadece Ahmat El Kabar için değil, Allahı şaşan öğrenciler için de büyük bir dersti ve ağızlarına küfür fikrinin yürüdüğü her an soğuk bir ter süzülecekti yanaklarına bundan böyle...

Hebburi Aydınlanma Bilmecesi (14)

Boş zihin çabuk dolar, dolu zihin çabuk boşalır.

Antoine De La Bouche

Seks aynı kişiyle yapılıyorsa alışkanlıktır. Doğru olan hazza esir düşüldüğü her sefer başka bir partner bulunmasıdır.

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ – 5. KİTAP 4. BÖLÜM

Öğrenciler ustaları Ahmat El Kabar’ın direktifiyle yazın bahçedeki tüm çiçekleri söküp yerine sapsarı, üstü benekli enteresan tohumlar ekmişlerdi. İlkbaharda eciş bücüş bitkiler iyice büyüyüp çiçekler açmaya başlayınca küçük dillerini yutacak gibi olup hemen ustalarının yanında aldılar soluğu. Evet. Dallarda her an biraz daha büyüyüp gerçek boyutlarna doğru ilerleyen ellilik banknotlar sallanıyordu gözalıcı bir şekilde. Sadece Ahmat El Kabar değil, Hebburi Tarikatı mali danışmanları da oldukça mutlu olmuştu bu haberi duyunca. Bir süredir kabaran borçları bu sene kapatma şansı doğacaktı sonunda. Hasatı neşeli şarkılarla toplayıp istiflediler ve alacaklıları huzurlarına çağırıp fazlasıyla para dağıtarak herkesi memnun ettiler. Holdinge yerleşen neşeli hava böylece şehrin büyük üreticilerine de sirayet etmiş, İstanbul zincirleme bir tepkimeyle gülen insanların dolaştığı bir yer haline gelmişti.
Ancak bu hava fazla da uzun sürmedi. Paraların buruşup çürümesi topu topu üç gün sürdü ve alacaklılar bir kez daha, fakat bu sefer sinirden köpürmüş bir halde doluştular holdingin bahçesine. Deli gibi bağırıyor, haklarını almadan ve bu terbiyesizliğe dair bir açıklama yapılmadan hiçbir yere gitmeyeceklerini söylüyorlardı.
Ahmat El Kabar dışarı çıkıp ne olduğunu sordu alay eder gibi.
“Daha ne olacak, bize verdiğiniz paralar çürüdü,” dedi aralardan bir havlu üreticisi, kıpkırmızı yüzüyle.
“Tamam da,” dedi El Kabar. “Para da böyle bir şeydir zaten. Ya sizi çürütür ya da kendi çürür. Dua edin gerçek para vermedik. O zaman siz çürüyecektiniz.”
Ancak sayıları yirmiyi bulan firma sahipleri öğretiden falan anlayacak tipler değillerdi. Hücum edip El Kabar ustayı bayağı bir hırpaladılar. Ellerinden zor kurtulan usta holdinge kapandı bundan böyle ve tohumlarla çalışmalarına devam etti. Fakat o, yıllarca uğraşsa da bozulmayan bir çiçek parası asla üretemeyince, borçlardan sıyrılmak üzere bambaşka kurnazlıklar araştırmak zorunda kalacaklardı.

ANILAR KİTABI – 1. BÖLÜM 4. ANLATI

Bir gün gündelik yaşamda ayakkabıcı olarak bilinen mürit Tarık, ustaların ustası Ahmat El Kabar’ın huzuruna varıp beyninin içinde tiktak sesleri duyduğunu söyledi. Delirecek gibi olmasa ustasını rahatsız etmeyeceğini de ekledi sözlerine. Ancak beklediğinin aksine El Kabar müşfik bir gülüşle karşıladı onun şikayetini ve korkacak bir şey olmadığını, meditasyon alıştırmalarına gayretle devam etmesini tenbih etti.
“Olur ustam, sen en iyisini bilirsin,” deyip çekildi Tarık. Saat sesi kafasında daha da artarak sürüp gidiyordu ama. Sanki birisi beynine ameliyatla bir guguklu saat koymuştu ondan habersiz. Uyuyamıyor, rahat rahat işini yapamıyor, televizyon falan da izleyemiyordu. Sinirleri iyice yıpranınca karısını çocuklarını dövmeye başladı. Kimse onun dükkanına uğramaz olmuştu, azar işitmekten, dayak yemekten korkarak.
O gün, yani durumun iyice fecaat bir hal aldığı vakit, o, ayakkabıları fırlatıp dükkanın camlarını aşağı indirirken ve ikide bir yere çöküp başını elleri arasına alarak çığlıklar atarken içeri girdi El Kabar. Alarm çalışmıştı sonunda ve inanılmaz bir sesle çalıyordu Tarık’ın beyninde. Deli gözlerini kaldırıp ustasını görünce ne yapacağını bilemedi. Saldırıp ısırmak istiyor, hemen ardından da üstüne çullanan pişmanlık duygularıyla ağlamaya başlıyordu. Ustaların ustası mesut bir tavırla yürüdü müridinin yanına ve okkalı bir tokat atıp durdurdu saati.
“Oldun artık Tarık usta,” dedi sonra. “Yarın gel, belki bizim senden öğreneceğimiz bir şeyler olur...”
Sonra da dönüp gitti simli kürk paltosuyla yerlerin tozunu süpürüp atarak.
Keyifle sırıtıp ovuşturdu ellerini Tarık. Pembelik gelip yerleşmişti gözlerine. Nasıl da güzel görünüyordu şimdi her şey... Nasıl da...
Yerine oturup ayakkabıları tamir etmeye başladı....

Ahmat El Kabar

Üçüncü göz, Allah’ın yaratım sırasında bahşettiği, daha sonra ilk insanlardan gelen şikayetler sonucu kapattığı bir yanlışlıktır. Uğraşıp didinip bunu tekrardan açanların bilge olarak adlandırılması utanç vericidir...

Cillo Usta

Hava geçmiş ve gelecekten akan seslerle doludur. Sağduyu işin içine girince insanların saçmalama ve şeytana uyma kapasitelerinin yükselmesi işte bu yüzdendir.

ANILAR KİTABI – 6. BÖLÜM 5. ANLATI

Bir gün Büyük Usta Stam Sor zamanı durdurabildiğini iddia edince ortalık karıştı. Üstelik bunu faks, telefon ve o zamanlar tarikatın içinde bulunduğu küçük fabrikanın salonunda yaptığı toplantıyla aynı anda dört bir yana yaymış bulunuyordu. Ne zamandır yoktu halbuki ortalıkta. Onun öldüğünü sanan tarikat yetkilileri için dönmesi bile şaşırtıcıyken bir de bu dedikleri...
Yüksek Dervişler Konseyi hemen duruma el koyup bu söylediğini kanıtlamasını istedi Stam Sor’dan. O da bunun kolay olduğunu, tüm yetkilileri Pazar günü saat birde bahçeye beklediğini, hatta sadece bu şaşırtıcı olaya tanık olma değil bir de kuyuda kebap yeme şansına da kavuşacaklarını söylerek onlara küstahça meydan okudu.
Günü geldiğinde konsey üyeleri, Hebburi tarikatı avukatları, müridler, öğrenciler alanı doldurmuş bekliyordu. Stam Sor kürklü cüppesi, kırmızı kalpağıyla önlerinde durup elini kaldırdı.
Güldü birkaç kişi olacaklara inanmadığını belli edercesine.
İndi kol aşağıya.
İnsanların azıcık bir başı döndü, mideleri ekşir gibi oldu ama zaman falan durmamıştı. Dönüp birbirlerine baktılar. Ardından ustaya döndüler hemen. Bu şaklabana söylenecek pek çok söz vardı doğrusu.
Ama bir gariplik de vardı ortada. Gözlerini kısarak ustayı incelediklerinde biraz daha yaşlandığını gördüler. Üstüne üstlük elini indirdiği yerde de değildi şimdi. İki metre kadar yanda durmuştu. Ve. Hay Allah! Cüppesi nasıl da eskimişti öyle.
Dervişler Konseyi Üyeleri hemen bağırışmaya başladı. Zaman geçtiyse kendilerine niye bir şey olmamıştı? Zaman durduysa onun bundan etkilenmemesi mümkün olabilir miydi? Bir göz aldanmasıyla karşılaştıkları ortadaydı. Ustayı giriştiği mantıksız üçkağıtçılık yüzünden lanetleyip oradan ayrıldılar. Kuzunun yendiği, sofrada sadece kemiklerinin durduğu ve göz çukurlarında iğrenç kurtçukların gezdiğiyle bile ilgilenmemişlerdi.
İşin doğrusu ise şuydu: Aşırı dalgın bir kişilik olan Stam Sor zamanı durdurmuştu gerçekten. Ancak aklına bitirmesi gereken bir iş gelip oradan uzaklaşmış, daha sonra ise dünyadaki tüm canlıların durmuş olması hiç canını sıkmadan yıllarca meditasyonla ve aklını kurcalayan yaşam bilmeceleriyle uğraşıp durmuştu. Gelip onları harekete geçirmesi aralarından bir öğrenciyi erzak almak üzere pazara göndermek ihtiyacındandı. Neredeyse hiçbir şey yemediği için stokları bu geniş zaman aralığında anca bitirmişti Stam Sor.
Altı yıl geçmiş, o da bir hayli yaşlanmış olarak, yetkileri kısıtlansa da Hebburi Tarikatı’na hizmet etmekten hiç vaz geçmedi. Bir daha da zamanı durdurmadı.

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ: 4. KİTAP 7. BÖLÜM

Ahmat El Kabar bir gün Şamsa’yı alıp holdingin o muhteşem asansörüne bindirdi. Sonra dönüp bir sürü anlamın karıştığı çopur yüzüyle baktı öğrencisine.
“Nereye çıkmak istersin Şamsa? Söyle bana.”
Temkinli bir ifadeyle baktı Şamsa. Hocasının nasıl bir cevaptan hoşlanacağını düşünüyordu besbelli. Sonunda aklına gelen şeyle coşkulu, hemen öne atıldı. “En üstteki kata ustam.”
El Kabar düğmeye bastı bir şey demeden. Hızını basıncın gücüyle belli ederek ileri atıldı asansör ve katları bir çabuk çıktı. Başta memnun memnun bekliyordu Şamsa. Ancak en son, yani kırkıncı kata gelip de durmadan devam ettiklerinde şaşkınlıkla önce ustasına sonra bir kez daha numaratöre baktı. Sayılar çıldırmış gibi akarken asansör de azgın bir at gibi titremekteydi şimdi.
“Aman ustam,” diye bağırdı Şamsa. “İmdaat!”
Bir kahkaha patlattı El Kabar. Kesik kesik gidip gelen ışığın içinde korkunç görünüyordu. Ağlamaya, yalvarmaya başlayan öğrencisi daha da eğlendirdi sonra onu. Nereye çıktıklarını, o anda nerede olduklarını anlayamıyordu Şamsa ve o korkunç gerilime dayanamayarak çişini donuna kaçırdı sonunda zavallı.
Ve durdu birden asansör.
Kapıyı açtı El Kabar. Zemin kat tüm ihtişamıyla uzandı Şamsa’nın gözlerinin önünde.
“İşte buraya varmalısın,” dedi ustası. “Zaten olduğun yere.”

Stam Sor

Körlerin içine düştüğü karanlık nasıl lambayla aydınlatılamazsa, itlerin peşinde olduğu kaos da barış çağrılarıyla yok edilemez. İt ittir karanlık da karanlık...

Cillo Usta

Çağlar öncesinde nesnelerin adları vardı. Ancak insanlar kendilerine göre başka başka şeyler söyleyerek gerçek isimleri unuttular ve şimdi çevrelerinde cansız olarak gördükleri o “şey”leri bakkala göndermekten bile acizler. Bunun mümkün olduğundan haberleri bile yok işin kötüsü...

ANILAR KİTABI - 6. BÖLÜM 3. ANLATI

Yemekhaneye upuzun tahta bir masa koydurtmuştu Ahmat El Kabar ve sayıları kırkı bulan öğrencileriyle orada yiyordu bazen yemekleri.
Tabağından başını kaldırıp “Yemeği nasıl buldunuz bakalım?” diye sorunca kıkırdamalar, fısıltılar şak diye kesildi. Sonra sanki sözleşmişler gibi aynı anda bağırıverdiler. “Mükemmel ustam.”
“Ha ha ha,” diye güldü ustaların ustası El Kabar ve görünene aldanmamaları konusunda uyardı öğrencilerini. Yemekhaneye gidip bizzat elleriyle bir parça bok atmıştı etli türlünün içine.
Böylece öğrenciler böğüre böğüre kusmaya başladı ve aralardan Şamsa, arkadaşlarına başarıyla uyum sağlarken bir yandan düşünmeyi de başardı.
Ustası da kendileriyle birlikte yememiş miydi yemeği?

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ: 4. KİTAP 3. BÖLÜM

Ahmat El Kabar bir gün öğrencilerini büyük toplantı salonuna çağırdı. İçeri girdiklerinde ustanın hemen üstünde kocaman, kapkara bir bulut durduğunu gören müritler şaşırıp ürkerek bakındılar.
“Gelin,” dedi büyük usta. “Şöyle oturun bakayım çevreme.”
“O bir bulut mu ustam?” diye sordu manifaturacı Kemal, gereksiz yere soru sormaktan kafasına kaç kere yumruk yediği halde uslanmadan.
“Öyle,” dedi El Kabar ayağa kalkarken. “Şimdi sizden bu bulutu yok etmenizi istiyorum. Sonra yanıma gelin. Ben çayhanede olucam.”
“Ama ustam, nasıl yapacaz ki?” diye sordu Şamsa.
Güldü usta tam kapının orada durup. Sinirlenmişti besbelli. Sonra bir şey demeden çıkıp gitti büyüklü küçüklü ona yakın öğrencisini gittikçe genişleyen, duvarların sıvalarını arsızca yiyen bulutla başbaşa bırakarak. Hemen yere çöktü müritler. Meditasyondan başka bir çarelerinin olmadığını biliyorlardı ve aralarından bir densizin ateş yakma fikrini kaale bile almamışlardı. Gözlerini kapattıktan sonraki yarım saat büyük bir mücadeleyle geçti ve bulut azalmak şöyle dursun, her dakika daha da azdı karanlık bir iblise dönüşerek. Sonunda panik içinde açıldı çoğunun gözleri. Elleri üstlerine yağan doluyu kesmek için yüzlerini örtünce güvenlik çemberi de dağılıp gidiverdi.
“Kaçalım lan,” dedi Habeş Turri. İçeride dönen kasırgadan zorlukla duyuluyordu sesi, ama ne kadar vızıltı gibi gelse de gerekli etkiyi yaratmıştı. Kapıyı dördü beşi zorlukla açarak sırılsıklam olmuş, yedikleri doludan iyice kızarmış bedenlerini dışarıya attılar. Ardından başları önde, ayakları geri geri giderek çayhanenin önüne geldiler. Kemal öne çıktı. Tokmağı çevirdi. Aralanan kapıdan şöyle bir uzattığı başını hemen geri çekti sonra ve “Aman bilader, ben yokoluyom,” diyerek sıvıştı.
Büyük Usta Ahmat El Kabar, masada, başını iki elinin arasına almış, kara kara düşünürken hemen üstünde başka bir bulut büyümekteydi...

Ahmat El Kabar

Bebekler artık çok yaşlı yaşlılar çok genç. Eli kulağında. Fark tamamen ortadan kalkınca gelecek kıyamet.

Stam Sor

Hebburi Tarikatı hüzünler, kayıplar, hayal kırıklıkları, yıkımlar ve buna benzer olumsuz duyguları biriktirip onlardan mutluluk oluşturmanın peşindedir. Böylesi bir mutluluğun kimseyi mutlu etmeyeceği sözleri safsatadan başka bir şey değildir. Yitişin sonuna kadar gitmeden mutluluğun ne olduğunu tam anlamıyla kimsenin göremeyeceği aşikardır.

ANILAR KİTABI – 2. BÖLÜM 1. ANLATI

14. Kuşak Büyük Usta Stam Sor, ciyaklamayı duyunca hemen içeri dalmış. Karısının yüzündeki iğrenme dolu bakışı görmek heyecanına hiçbir darbe vurmamış. Coşkuyla, kız mı erkek mi, diye sormuş ve ebe dehşet içinde elinde bir maymun yavrusuyla ona doğru dönünce de bir an bile şaşırmadan gülmüş.
“Eee,” demiş kafasını sallayarak. “Bu kadar meditasyonla uğraşırsak olacağı buydu.”
(Bu hikaye yıllar boyu tarikatın mermer salonlarında gezinip bazı derslere de giren maymun Kramur’un yarattığı şaşkınlıkla, bir neden arama gereksinimiyle geliştirilmiş olabilir ancak Stam Sor’un öğrencisi Antoine De La Bouche’a göre olay yüzde yüz gerçektir ve tartışılamaz...”

Cillo Usta

İnsanların hak hukuk, adalet gibi şeylerden bahsedip durması bunları hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceklerini içten içe bilmelerindendir.

Antoine De La Bouche

Fakirler Tanrının sevgili kullarıdır. Onlara kötülük etmek istiyorsanız zengin kılın.

(Büyük Usta, bu lafı söylemesi için TUSİAD’dan ve halkın o dönem başında bulunan partiden para aldığı şeklinde Dervişler Konseyi tarafından yöneltilen suçlamaları reddetmiş ve bu türden saçma iddialar asla ama asla kanıtlanamamıştır.)

ANILAR KİTABI – 2. BÖLÜM 2. ANLATI

(Cillo Usta’nın mübarek ağzından... Derleme.)
Hebburi Tarikatı 15. kuşak büyük ustası Antoine de la Bouche’un ölümü oldukça ilginçtir. Yüce Usta bir gün dünyadaki savaşları ve acıları protesto etmek için kendini yakmaya karar verir. Öğrencilerini, müritlerini, şirket yöneticilerini çağırıp düşüncesini açıkladıktan sonra benzini üstüne döküp kibriti çakar. Orada, herkesin gözü önünde neredeyse on saat kadar yandıktan sonra ayağa kalkar. Sevdiklerine der ki: “Demek ki savaş olmalı ve olacak. Tanrı böyle istiyor.” Ardından da, her yanından ateş fışkırmasını falan umursamadan normal yaşamına geri döner. Derileri kömürleşse de iç enerjisi tutuşup ateşi nötralize ettiği için ona zarar gelmemiş, tam aksine daha da güçlenmiştir. Yatağı değiştirilip taştan bir döşek hazırlanır. Nitekim masası, koltuğu, sandalyesi ve üstündeki tek giysi olan donu da yanmayan malzemelerden yapılır. Artık el falan sıkışamaz ama gündelik yaşamında fazlaca bir değişiklik de yapmaz. Ancak, heyhat!.. Dostları, öğrencileri ve şirket onu böylece kabul etmişken hiç beklenmedik bir şey değerli ustamızın sonunu getirecektir. Bir gün o, pencereden bakınırken yan komşu alevleri görüp itfaiyeyi çağırır. Yarım saat kadar sonra içeri dolan itfaiye erleri “Hayıır!” diye bağıran dervişlerin dervişi Antoine de la Bouche’u ve kendilerini engellemeye çalışan hademeleri takmadan üstüne suyu sıkarlar ve iç enerjisi bloke olan usta oracıkta pat diye ölüverir...

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ - 5. KİTAP 1.BÖLÜM

Ahmat El Kabar; Şamsa, kaportacı Murat usta ve Gustavo ile birlikte masadaydı. Onlara susmalarını söylüyor, konuştukça da tokadı yapıştırıyordu. Ağızlarını ikide bir açıp saçma sapan şeyler söyleyen öğrenciler, neden kendilerini durduramadıklarını anlayamıyordu ve açıkçası Gustavo çoktan içlenmiş, gözünden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Kaportacı Murat usta ise saçmalarken hayranlıkla ustasının gözlerinin içine bakıyor, yediği her tokadı altın değerinde sayıyordu.
“Sus,” dedi El Kabar, daha o hiçbir şey söylememişken. Ve Gustavo tava gelip “Ben bir şey demedim ki usta,” deme gerzekliğini göstererek bir başka tokat daha yemeyi haketti. Sonraki darbe gülen Şamsa’nın yüzüne inecekti.
O sırada içeri dalan holdingin hademesi Kurtuluş “Ustam, seni görmek isteyen birisi var,” dedi.
Ayağa kalkıp ilerledi usta. Sonra Kurtuluş’a hiç beklemediği okkalı bir tokat patlattı. Yüzü yamulan, bir o kadar da şaşıran Kurtuluş neler olduğunu öğrenmek için ağzını açtı ve... “Susun be!” diye bağırdı Usta. Ama bu sefer de hem öğrenciler hem de hademe; kendileri bu duruma daha da şaşırarak hiç bilmedikleri bir avcı şarkısına başladılar. Ayağa kalkmışlar, ellerini de yanlarında birleştirmişlerdi.
Usta büyük odanın köşesine konulmuş ahşap dolaba ilerledi. Az sonra kocaman bir kamçı bulup çıkarmış, pis bir bakışla dizleri titrese de şarkı söylemeyi bırakamayan öğrencilerine dönmüştü.
O sırada kapı açıldı ve sustu öğrenciler. Şık, oldukça pahalı olduğu su götürmez bir takım elbise giymişti içeri giren zat. Kolunda altın bir saat, kulağında parlak bir taş vardı. Hafiften beyazlamış saçları pırıl pırıl parlıyordu. İlerleyerek “Sizi görmek istemiştim El Kabar usta,” dedi. “Çok önemli bir maruzatım var.”
“Hımm,” dedi Usta. “Ne kadar önemli olabilir ki?”
Ve adam onu bu konuda harcayacağı paranın sınırsız olduğunu söyleyerek rahatlattı. Böylece çok geçmeden masaya oturmuşlar, ciddi ciddi bakışmaya başlamışlardı.
“Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek istiyorum Ahmat E Kabar,” dedi adam bir süre sonra.
Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirleriyle bakışırlarken “Hepimiz ölümsüzüz,” dedi El Kabar dile getirilen acayip isteği umursamadan. “Bunun için kaygılanmana gerek yok.”
“Hayır Yüce Usta,” dedi adam masaya dayanıp uzanarak. “Ben gerçek ölümsüzlükten bahsediyorum. Mezara girmemekten, toprağa dönüşmemekten. Ben dinç ve sağlıklı olarak sonsuza kadar yaşamaktan konuşuyorum Ustam, anlasana.”
“Zaten öyleyiz,” dedi Ahmat El Kabar.
“Ustam,” dedi adam biraz daha yaklaşıp burnunun dibine girerek. “Bunu yapabileceğini biliyorum. Nedir istediğin, kaç para? Söyle anlaşalım.”
“Hımm,” diye homurdandı El Kabar öğrencileri ve hademe Kurtuluş ne diyeceğini çılgınca merak ederken.
“Hadi El Kabar usta, kırma beni, sen bu işi becer ben ayaklarının altına bir servet dökeyim,” dedi adam El Kabar’ın eline yapışıp ısrarı arttırarak.
“Biz hepimiz...,” diye başladı usta ama hemen sustu. Aklına başka bir şey gelmişti. “Tamam tamam,” diye sürdürdü lafını ve o şık adam kendini yerlere atıp eline yapışarak öpmedik yerini bırakmadı Ustanın. Kendini kurtaran El Kabar az sonra “Kurtuluş bana küçük ispirto ocağını ve bir cezve kahve hazırlayıp getir. Önce bir kahve içelim,” dedi.
“Sağol El Kabar Usta,” dedi adam ciddiyetine geri dönerek. “Bugün çok içtim, çarpıntı yapıyor fazlası.”
“İçmelisin,” dedi Hebburi tarikatının büyük ustası sert bir tonda ve açık kapı bırakmadan yolladı hademeyi. İki dakika kadar sonra kahve kaynamaya başlamıştı bile. Kendine bir acı kahve ayırıp geri kalanına dolaptan aldığı şekeri boca etti usta ve our olmaz kahvelerini yudumlamaya giriştiler. Adam bir iki kere konuşmaya çalışsa da Usta tarafından durdurulup sükûnete davet edilmişti.
Sonunda kahveler, yutkunup duran öğrencilere zırnık koklatılmadan bitirilince arkasına dayanarak bekledi Ahmat El Kabar. Bir dakika sonra artık yeteri kadar sıkıldığı belli olmuştu kıpırdanıp duran adamın. “Ustam,” diye lafa başladı ama devamını getiremedi. Midesine korkunç bir sancı girince iki büklüm oldu. Ardından sırasıyla; inledi, boğazını tutup ağzından köpüren sıvıları etrafa saçtı ve gözlerini pörtleterek yana düşüverdi. Telaş içinde ayağa fırlayıp yerde yatan ölüye baktı öğrenciler.
Omuzunu silkti El Kabar: “Başka türlü ölümsüz olduğunu anlamayacaktı.”

ANILAR KİTABI – 3. BÖLÜM 7. ANLATI

Ahmat El Kabar odasından “Allaah!” diye bağırarak fırlayıp peşinden bir moğol atlısı geliyormuşçasına kaçınca öğrencilerin hiçbiri şaşırmadı. Sadece ifadesiz suratlarla ikide bir geriye bakan ve elini kolunu sallayarak birşeylerden kurtulmaya çalışan ustalarını seyrettiler. Çok geçmeden kıçı tutuşan usta kendini yere atıp debelenmeye, görünmez düşmanlarına karşı bacaklarını savurmaya girişti. Tüm bu karmaşa sona erip usta geniş holding bahçesinde kafasını cık cık sesleriyle sallayarak odasına yürürken Şamsa dayanamayarak yanına koştu. Ustası ne zaman cinlerle konuşmak için odasına kapansa böyle bir şey yaşanıyordu ve bunun sebebini öğrenmek çırakların da en doğal hakkıydı. Ne de olsa onlar da ileride cinlerle ilişkiye geçmek zorunda kalacaklardı. Cesaretini toplayıp ustasının sabahları giydiği sade çuvala asıldı ve onu kendine döndürerek sordu:
“Ustam, beni affet ama öğrenmek istiyorum. Neden cinler sana devamlı saldırıyor. Yoksa onların çalışma biçimi mi böyle?”
Bir an öğrencisini süzdü El Kabar. Sonra kararını vererek soruyu yanıtladı. Net ve tartışmaya kapalı...
“Onlar Fenerbahçeli Şamsa.”
Ve yürüdü gitti.
Demek sebep buydu. Bir yerden sonra söz takım muhabbetine geliyor ve kavga çıkıyordu. Sevinç içinde arkadaşlarının yanına koştu Şamsa...

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ – 4. KİTAP 1. BÖLÜM

Ahmat El Kabar’ın canı o gün balığa çıkmak istedi. Kıyıya gidip öylece bekledi. Ne kamışı vardı ne de başka bir şeyi. Yem de almamıştı yanına. Diğer balıkçılar kıs kıs gülerken o, şaşı gözlerini denize dikmiş bakıyor, dudakları mırıl mırıl kımıldanıyordu. Ve az sonra durduğu yere bir balık atladı. Hemen ardından da ikincisi geldi. Üstelik bunlar öyle küçük falan değil, basbayağı kocaman lüferlerdi. Yavaş yavaş yaklaşmaya başladı hayrete düşmüş insanlar. Çevreliyorlardı büyük ustayı, balıklar karaya atlamak için yarışırken. Ancak bir gariplik vardı. Balıklar önüne düştükçe usta El Kabar bir tekme çakarak onları yine denize yolluyordu. Aralardan, ustayı tanıyan sakinlerden birisi bunu dile getirmekten çekinmedi.
“El Kabar usta, bıraksana yahu balıklar karaya çıksın, niye tekmeliyorsun?”
“Balıklar balıklığını insanlar da insanlığını bilmeli. O yüzden tekmeliyorum biçareleri,” dedi El Kabar.
Böylece de o kalabalıktan en az yedi kişiyi mürit olarak yanına katmış oldu. Diğerlerinin yapacak gündelik birçok işi olduğu için bir saat sonra unutup gideceklerdi yaşanan mucizeyi...

Ahmat El Kabar

Karafatmaların bir insandan daha değersiz olduğunu sadece bir insan söyleyebilir... Sonuçta kendini kandırmak insanın doğasıdır ve buna binlerce masum hayvan ve bitki de şahittir...

Antoine De La Bouche

Geleceğe geçmeyi başaranlar orada beni bulacaklar. Buradakinin aynısı olacağım. Ne bir eksik ne bir fazla. Aynı...

Cillo Usta

Gün gelecek, itler miyavlayacak, fakat bu kedileri asla daha az korkutmayacak.

ANILAR KİTABI - 9. BÖLÜM 1. ANLATI

Öğrenciler holdingin o cennete benzer geniş bahçesinde dolaşır, yaşadıkları güçlükleri mütalaa ederken birden telefonları çaldı. Melodiler aynı anda ötmeye başladığı için hafif şaşkın ellerine alıp baktılar. Gizli numarayı görmüştü hepsi kulaklarına götürürken. Arayan kişi ise rahatsız edici bir sesle Yüksek Dervişler Konseyi sekreterliğinden aradığını, bağlı bulundukları derviş hakkında bir şikayetleri olup olmadığını sordu ve bekledi. Dönüp birbirlerine bakarken korkmuştu öğrenciler. “Yok, valla, çok iyi durumdayım, ustamı çok seviyorum,” gibi laflar ettiler peşisıra. Telefonlar kapandığında rahatlama dolu koca bir soluk verdiler hep beraber. Arayanın ustaları El Kabar olduğunu anlamışlardı ve çok ucuz yırttıklarını düşünüyorlardı. Allahtan bir aradaydılar o sırada...

Antoine De La Bouche

Hebburi tarikatı olarak zeka, akıl, yetenek, haz ve bilumum insansı fazlalıklar itibar ettiğimiz şeyler değildir.

Ahmat El Kabar

Size iyilik yapana siz bir tokat atın. Kötülük yapanın önünde saygıyla eğilin. Böylece iyilik tamamen yok olacak, dünyanını dengesiz yapısı ortadan kalkacaktır.

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ: 3. KİTAP 17. BÖLÜM

Ahmat El Kabar o gün müritlerini ve öğrencilerini yanına çağırtmıştı. Holdingin geniş salonu bir sürü ilgili adamla doluydu ve ustalarının kendilerine ne söyleyeceği konusunda derin bir merak içindeydiler.
“Bana para versenize,” dedi usta o güçlü sesiyle yürekleri titreterek. “Lahmacun alıcam.”
Hemen bir telaş başladı. Ama ellerini ceplerine atarken duydukları isteksizlik açıkça belli olmaktaydı. Sonuçta ne olursa olsun önündeki masa paralarla doldu ustaların ustasının. Dikkatle izlemişti o hareketleri, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamıştı.
Müritler tekrar geri çekildiğinde uzandı El Kabar. Aradan bir yirmi YTL çekti ve geride kalan tomarı parmağıyla işaret ederek “Bu para senin hakkın Mahmut,” dedi. Parmak bu sefer yüzü gözü sakala boğulmuş şişko bir adamı gösteriyordu. “En çok senin gönlünden koptu ey güzel insan. Bonkörlük edenler mükafatını er geç alırlar. Bense hemen şimdi ödüllendiriyorum seni.”
Bozuk parası olmadığı için elli YTL vermek zorunda kalan Mahmut sevinç içinde paralara yumulurken El Kabar da lahmacuncuya yollandı.
Yirmi gün anca geçmişti ki El Kabar bir daha yanına topladı müritlerini. Bu sefer de dedi ki: “Bana para verin, pizza yemek istiyorum!”
Telaş görülmeye değerdi. Usta onları çağırtınca hazırlıklı gelmişti uyanıklar. Birbirlerini ittirip cüzdanlarında sondaj yaparak kürsüye koşturdular. Beş dakika geçtiğinde paralar masaya sığmamış, tomar tomar yerlere dökülmüştü. “Tamam geri çekilin,” diye seslendi usta. Sonra uzanıp aradan bir yirmilik çekip doğruldu. “Bunlar da senin hakkın Selami,” dedi ince, kısa saçlı dişlek bir oğlana. “Çünkü herkes buraya para yağdırırken sen elini cebine bile sokmadın. Ben sizi çağırttığımda herkes gibi sen de ondan bundan borç istemişsindir. Ama bulamadın. Demek ki gerçekten fakirsin. Hem manen hem madden. Allah fakirleri de ödüllendirir bazen. Ben de bu armağanı sana şimdi, hemen bahşediyorum.”
Bunları söyleyip herkesi dumur içinde bırakarak dönüp pizzacıya gitti ama yolda da polisi aramayı ihmal etmedi. Diğerlerinin Selami’yi dövüp paralarını geri almaya çalışacaklarını biliyordu. Yalan söylemişti. Fakirlerin hiçbir zaman hiçbir yerde şansı yoktu...

Ahmat El Kabar

Mutluluk nasıl mutsuzluğu düşünmemekse ölümü düşünmemek de yaşamaktır. Kendini düşünmeyense öz varlığıyla karşı karşıya kalır ve bu sıkıcı sonuç mutluluğa açılan kapının da zehirli anahtarıdır.

ANILAR KİTABI - 9. BÖLÜM 4. ANLATI

Hebburi tarikatı öğrencileri arasında yayılan bir dedikodu vardı. Aralarında konuşup duruyorlar ve ustaları Ahmat El Kabar’ın bir yıla yakındır yemek yemediği konusunda fikir birliğine varıyorlardı. En yakınındaki insanlar da yemin billah bunu savunuyordu. Kimse onu, ağzına bir lokma bile atarken görmemişti. Bir gün müritlerden biri, elli yedi yaşındaki Mahzar; yaşının verdiği cesaretle yanına gitti. Peşine bayağı bir meraklı da takılmıştı. “Ustam,” dedi Mazhar. “Sevgili ustam. Ne zamandır seni izliyorum. Yemek yemeden nasıl yaşayabiliyorsun?”
“Yemek mi, ne yemeği?” dedi El Kabar hışımla dönerek.
“Yemek ustam,” dedi bir başka mürit. “Hiç yemek yemiyorsun. Biz de başarabilir miyiz bunu? Öğrenmek istiyoruz.”
Başka biri atlayıp “Gelişimimize ne yararı olur yemeği tamamen bırakmanın?” diye bir şeyler daha sordu ama usta onları dinlemiyordu artık.
Dönüp hızla yürüdü. Üstüne kürkünü geçirip sokağa attı kendini. Lokantadan içeri girerken karnı öylesine bir kazınıyordu ki. “Nasıl unuttum lan,” diyerek salladı başını ve neredeyse menüdeki her şeyi ısmarladı garsonun yüzünde hayretler açtırarak…

ANILAR KİTABI - 7. BÖLÜM 11. ANLATI

Dersliklerin oradan çıktı Ahmat El Kabar. Yanında uzun, kirli cüppesine gömülerek, tırnakları uzun, biçimsiz, yer yer kararmış ayaklarının belli ettiği çirkinliği saklayan biri vardı. Öğrencilerine doğru yürüdü El Kabar. Sonra elini kaldırıp kendisini dinlemelerini istedi. Gidecekti artık. Kaderin efendisi onu almaya gelmişti. Ustam bizi bırakma, diye çırpındı koca koca, kelli felli öğrenciler; ama faydasızdı. “Ne haliniz varsa görün,” diyen El Kabar dönüp, cüppeli adamın yanında uzaklaştı. Aradan bir saat anca geçmişti ki uzaklardan onun tekrar yanlarına döndüğünü gören öğrenciler sevinç çığlıkları atarak ustalarına koştular. Ancak gördükleri manzara onları öylesine şaşırttı ki yerlerinde kalıp hiç ses etmeden El Kabar’ın eve gidişini izlemeyi yeğlediler. Ustalarının üstü başı yırtılmış, yüzü gözü morarmış, dudakları patlamış, kaşı açılmış, saçları elektrik verilmiş gibi havaya dikilmişti. Ve birden bir öğrenci yanındakinin böğrünü dürttü. “Bak!” Ardından hepsi, usta içeri girmeden bir detayı, çok önemli bir detayı birbirleriyle paylaşma şansına kavuştu. Ahmat El Kabar’ın kıç kısmında yanık gibi duran bir iz vardı. Uzun, biçimsiz parmakların bıraktığı tacizkar bir iz…

Cillo Usta

Akıllı insanlardan uzak duranlar paraya çok yakın olurlar.

Antoine de la Bouche

Şans ele geçirilebilir bir şeydir. Ama unutmayın ki onu yakalamak için şanslı olmalısınız.

Ahmat El Kabar

Bir yoldan bin kişi de geçse bir milyon kişi de geçse yol aynı yoldur.

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ: 1. KİTAP 18. BÖLÜM

Bir gün Ahmat El Kabar öğrencisi Şamsa’ya sordu. “Düşünde düş gördüğünü gören adam kimin düşüdür ey Şamsa?”
“Eee,” dedi Şamsa. “Düşü kim görüyor ustam, ben mi?”
“Öyle diyelim,” dedi El Kabar sinirlendiğini biraz belli ederek.
“O zaman o da benim düşümdür ustam,” dedi Şamsa hiç düşünmeden, büyük bir hevesle. Ama ödülü okkalı bir tokat oldu. “Bu daha başlangıç,” diye tehdit ederek döndü gitti Ahmat El Kabar.
Korkmuştu Şamsa. O gece meditasyon yaparken ustasının söylediklerini düşündü ama aklına hiçbir şey gelmeyince yana devrilip horul horul uyumaya başladı.
Düşe her zamanki gibi, ustasının kendisi için açtığı kapıdan girdi. Çevresine bakındı yabancı bir tavırla. İlk defa geliyordu oraya. Asma bahçelerinin arasından yürüyüp bir tapınağa ulaştı. Güneş tapınağın üstüne çökmüş duvarları yiyordu. İçeride çekirdek çıtlarken buldu Ahmat El Kabar’ı ve baktı ona ustası huysuz bir tavırla.
“Düşümde niye rahatsız ettin beni Şamsa,” diye sordu sonra.
“Bir yanlışın var ustam,” dedi Şamsa. “Bu benim düşüm. Senin benim için açtığın kapıdan girdim az önce.”
Kalkıp öğrencisinin yanına geldi Ahmat El Kabar. “Öyle demek, madem senin düşün o zaman bu da canını acıtmaz,” deyip sıkı bir tokat aşketti Şamsa’nın suratına. Çocuğun canı fena acımış ve anırarak uyanıvermişti. Sabah olduğunu görünce heyecanı yatışıp haykırışını keserek ağzını kapattı. Beş parmağın izinin çıktığı suratını ovarak doğruldu. Kapı açıldı o sırada. Ahmat El Kabar oradan içeriye seslendi: “Şu anda ben kimin düşündeyim Şamsa. Senin mi yoksa düş gören Ahmat El Kabar’ın düşünde gördüğü Şamsa’nın mı?”
“Bilmiyorum usta,” dedi Şamsa ve ağlamaya başladı salya sümük. Ahmat El Kabar yüzünde tatlı bir tebessümle yürüyüp sarsarak uyandırdı öğrencisini…

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ: 2. KİTAP 7. BÖLÜM

Ahmat El Kabar bir gün, Dolmabahçe sarayının yanından yürürken otların üzerine serilmiş baliciler gördü. Hemen yanlarına seyirtti.
“Nedir bu,” dedi plastik torbayı göstererek.
“Bali babalık, ne olcak,” dedi balicilerin en büyüğü. “Sen de ister misin?”
Güldü çocuklar. Ahmat El Kabar’ın simli postuna, kürklü kalkık yakalarına, uzun sakallarına bakıyorlar, şaşı gözlerini de hesaba katınca deli olduğunu düşünüyorlardı.
“Hımm, ver bakalım,” diyerek torbayı alıp burnuna götürdü usta. Ve orada iki saat onlarla beraber bali çekti. Söylediği büyük laflar ilgilerini çekiyor, onları aydınlatıyordu. Usta da çocukların itişmelerini, yumruklaşmalarını, ardından gelen tatlı kahkahaları seyrederek mutlu mutlu oturuyordu. Sonunda hepsi ayakta, önlerinden geçen köpekli bir kadına laf atıp birbirlerini dürterken birden bir bıçak çıkardı cebinden ve sokuverdi balicilerin birine. Kimse ne olduğunu anlamamıştı Fakat onun delirdiğini, bağırarak üstlerine saldırdığını görünce kaçıştılar. İleriden korkuyla bakarlarken bali torbasını atıp güldü Ahmat El Kabar. Elini yumuşak yumuşak sallayarak onları geri çağırdı.
Yavaş yavaş geldi, yanaştı çocuklar. Bir yerde yatıp inleyen arkadaşlarına bir ustaya baktılar.
Öğretiyle açılıverdi gözleri.
Ahmat El Kabar’dan şikayetçi olmamaları ise Hebburi tarikatı avukatlarını pek bir sevindirecekti…

Cillo Usta

Tarikatlara alıklar girer, bu doğru ama değişmeden asla dışarı çıkamazlar. Bu da kötü bir şey değildir.

Ahmat El Kabar

Dünya kötülerin çükleri üzerinde durmaktadır.

ANILAR KİTABI – 3. BÖLÜM 3. ANLATI

(Bu anlatı Ahmat El Kabar’ın “Yeni Gün” konuşmalarından derlenmiştir. Hebburi tarikatının 17. kuşak büyük ustası Cillo’nun yok oluşunun, iktidarın El Kabar’a devrolmasının ardındaki sır perdesini aydınlatmaktadır.)
Yüksek Dervişler Konseyi başına buyruk davranan Cillo Ustayı yok etmeyi kafaya koymuştu. Peşine kiralık katil taktılar. Adam onu ıssız, dar bir sokağa kadar izledi. Hançeriyle ustanın ardından ilerleyip sinsice yaklaştı ve zamanı gelip, ortalıkta kimsenin olmadığından emin olunca sırtına sapladı.
“Aah,” dedi usta ama dimdik durmaya devam etti. Şaşıran katil defalarca batırıp kana bulayarak vücudun en sonunda yere devrilmesini sağladı. O esnada birisi omuzuna elini koydu. Korkuyla döndü katil. Cillo usta arkasında duruyordu. Bir ölüye sonra bir daha ustaya baktı katil, koca gözleriyle.
“Beni öldürdüğünü gördüm,” dedi Cillo usta anlayışlı bir sesle. “Bir daha sakın yapma bunu.”
Fakat panik olan katil kanlı hançeri onun kalbine gömdü. Sonra da boğazına. Ve üstüne çöküp başını kesti telaş içinde.
“Öhhö öhhö,” diye öksürdü arkada Usta. “Evladım, ben sana ne demiştim,” dedi ardından.
Katil artık cinnet getirdiği için mantıklı davranamadı. Fırlayıp ona da girişti bir çabuk. Hançer yüzlerce kere indi çıktı bedene. Yorgun argın ayağa kalktı sonra. Korkulu gözlerle çevresine bakındı bir süre. Kimse yoktu. Koşturarak kaçıp gitti oradan.
Bir daha da kimsenin karşısına çıkmadı usta.
Demek ki gücü o kadardı…

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ: 2. KİTAP 12. BÖLÜM

Ahmat El Kabar bir gün cemaatine konuşma yaparken “Paaart!” diye osurdu. Öylesine ki; camlar bile zangırdamıştı... Aşağıda ise, gülüşmeler olmuş, bazıları ağızlarını kapayıp yüzlerini yere indirmişti.
Sinirlendi büyük usta.
“Sizler,” diye bağırdı. “Bir osuruktan utanan sizler, dünyanın dört bir yanında patlamalar olurken utanıyor musunuz böyle. Ha! Gülebiliyor musunuz?”
Afallayan müritler dalga dalga gelen enerjiyle hayretler içerisinde kaldılar. Osuruklarını tutamıyorlardı. Birden salon patırtılarla fosurtularla dolmuştu. Gözlerinden ise yaşlar dökülüyordu.
Rivayet edilir ki, o gün o saatte tüm ordular ateşkes yapmıştır…

Cillo Usta

Diğer tarafa bir kez geçildi mi ruh artık geri dönmeyi reddeder. Aydınlanmak, sonuçta ikiye bölünmek; sıradan tarafın dünyada kalması, diğerinin de onu metanetle izlemesi demektir.

ANILAR KİTABI - 8. BÖLÜM 7. ANLATI

Ahmat El Kabar bir gün zikiri pat diye durdurdu. Bağırışı huşuya varmış müritlerinin yüreklerini büzüvermiş, korku dolu yüzlere bir demet hayret kondurmuştu. “Hepiniz yanınızdakinin suratına tükürün,” dedi sert bir tonda.
Öylesine bir inanç vardı ki sesinde herkes onu dinledi. Hatta abartanlar da oldu isteneni. İkinci emir geldiğinde balgamlı suratlarını büyük ustaya çevirdiler. Ahmat El Kabar şimdi de öpüşmelerini istiyordu. Akıllarında en ufak bir şüphe uyanmadı. Öpüştüler uzun uzun. Sonra usta dedi ki “Tokatlayın ulan birbirinizi.”
Bir an durdular inanamayarak. Ama haykırışla bir daha yinelenince emir, tokatlar gırla gitti. Şak şuk sesleri holdingin ikinci katından dışarı taşıyordu. Ve ansızın yere attı kendini usta. Ayaklarıyla havayı döverek bir süre haykırıp kendine vurdu. Müritleri de onu taklit ettiler hemen. Ustalarıyla da ayağa kalktılar beş dakika sonra. Onun gibi soyunup sokağa attılar kendilerini ve çırılçıplak koşturup Ortaköy’e geldiler.
Durdu Ahmat El Kabar. Serinlik onu kendine getirmişti. Yürüyüp en yakınındaki müridine bir tokat çarptı.
“Niye durdurmadınız ulan beni!”
Ve anladı müritler her şeyi. Öylesine bir aydınlandılar ki, kendilerini tutamıyor, çevrelerinde koşuşturan polisleri takmadan yerlere işiyorlardı…

4 Şubat 2008 Pazartesi

HEBBURİ ÖĞRETİLERİ: 3. KİTAP 7. BÖLÜM

Hebburi tarikatı büyük ustası Ahmat El Kabar bir gün Haliç kıyısında dolaşırlarken öğrencisi Şamsa’ya “Suya gir,” dedi. Mevsim itibariyle soğuk olması bir yana, derindi de su.
“Ustam,” dedi Şamsa. “Su soğuk değil midir?” Sonra da beklentiyle ekledi. “Girmesem olur mu?”
“Girmelisin,” dedi Ahmat El Kabar.
Ustasını kırmak aklının ucundan bile geçmeyen Şamsa yürüyüp ilerledi. Üstelik o, ilk defa olarak kendisine göz kırpmış ve kafasını da karıştırmıştı. Göğsüne kadar suya gömüldüğünde “Dur,” dedi ustası. Dönüp baktı Şamsa.
“Çıkayım mı artık ustam, üşüyorum.” Dişleri takırdıyordu zavallının.
“Çıkabilirsen çık,” dedi Ahmat El Kabar. Ve tam da o esnada; Şamsa ayaklarını tutmuş kendisini yavaşça derinlere çeken elleri hissetti. “Aaah!” diye bağırıp kurtulmaya çalıştı. Ama parmaklar ona mengene gibi yapışmıştı. Sular boynuna geldi bir çabuk. Orada çırpınırken haykırabildi Şamsa. “Ustam, ustam, beni bir şeyler yakaladı. Bırakmıyor, yardım et.”
Güldü El Kabar dolu dolu. “Onlar benim ellerim Şamsa. Ustanı yok saymayı öğrenmen için getirdim seni buraya. Yoksa boğulup gideceksin. Ne yazık.” Ve hiçbir şey yapmadan öylece bekledi kıyıda.
Ancak Hebburi forumlarında dile getirilen bazı dedikodular çeşitli sonuçlar sunarken bu öğretinin işe yaradığı pek de açık değildir. Daha çok, üstünde anlaşılan hikaye, Şamsa’nın zatürree olmasıyla son bulmuş ve diğer öğrenciler geceler boyu vicksle onun sırtını ovmak zorunda kalmıştır.

Ahmat El Kabar

“Bir gün gelecek; herkes beş dakikalığına derviş olacak.”